İslâm, İslamiyet
ESSELÂMU ALEYKÜM VE RAHMETÜLLÂHU VE BEREKÂTUHU

Join the forum, it's quick and easy

İslâm, İslamiyet
ESSELÂMU ALEYKÜM VE RAHMETÜLLÂHU VE BEREKÂTUHU
İslâm, İslamiyet
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Aşağa gitmek
M.Mustafa
M.Mustafa
Admin
Mesaj Sayısı : 22
Puan : 60
Teşekkür edilmiş : 1
Kayıt tarihi : 06/12/17
https://islamiyet.hareketforum.net

Kâfirûn Sûresinin Tefsiri Empty Kâfirûn Sûresinin Tefsiri

C.tesi Ara. 09, 2017 1:15 am
1. Ey Muhammed! De ki: "Ey kafirler!

Bu ayetteki birkaç nokta üzerinde özellikle düşünülmelidir:

a) Bu emir "Kafirlere açıkca de!" şeklinde Rasulullah'a verilmiştir. Ama sonraki muhteva bu emrin bütün Müslümanlara olduğuna ve kafirlere, bu ayette gösterildiği şekilde yönelmeleri gerektiğine işaret etmektedir. Hatta küfürden tevbe ederek iman edenlerin de, küfür dininden ve tanrılarından bu şekilde beraat etmeleri gereklidir. Çünkü buradaki "De!" emrinin ilk olarak muhatabı Rasulullah olmasına rağmen, aslında muhatab bütün Mü'minlerdir.

b) Buradaki "kafirler" kelimesi, kafirlere hakaret olsun diye değil, bir gerçeği ifade etmek için kullanılmıştır. Arapça'da kafir kelimesi inkar eden ve inanmayanlar için kullanılır. (Unbeliever) Bunun karşı kelimesi de "Mü'min"dir. Yani kabul eden ve teslim olandır. (Believer) Alla h'ın (c.c) onlara "Ey kafirler" demeyi Rasulullah'a emretmesi, aslında "Ey risaletimi inkar edenler ve getirdiğim talimattan yüz çevirenler" anlamındadır. Aynı şekilde "mü'min" kelimesi kullanıldığında da bundan murad, "Muhammed'e (s.a) iman edenler"dir.

c) "Ey kafirler" denilmiş, "Ey müşrikler" denilmemiştir. Bu nedenle ayetin muhatabı yalnız müşrikler değil, Resulullah'ı Alla h'ın elçisi olarak kabul etmeyen ve getirdiği talimatın A llah'tan olduğunu reddeden herkestir. Bunlar; Yahudiler, Hristiyanlar, Mecusiler veya müşrikler olabilir. Bu hitabın muhatabı sadece Kureyş veya Arabistan'daki kafir ve müşrik Araplar değil, dünyadaki bütün kafirler ve müşriklerdir.

d) İnkarcılara "Ey kafirler" diye hitap etmek, bir kimseye "Ey düşmanlar, ey muhalifler" şeklinde hitap etmek gibidir. Onun için, bu şekilde hitap edildiğinde, muhatapların zâtının değil sıfatlarının hedef alındığı bilinmelidir.

Dolayısıyla o kişi, "kafir" sıfatını taşıdığı sürece ayetin muhatabıdır. Muhalif ve düşmanlığı bırakarak dost veya himaye eden olduğunda bu hitabın muhatabı olmaktan kurtulur. Yani burada "Ey kafirler" diyerek hitap edilmesi onların küfrü nedeniyledir, zâtları nedeniyle değildir. Onlardan ölene kadar küfür üzerinde devam edenler bu ayetin muhatabıdır. Ama iman edenler artık bu ayetin muhatabı değildirler.

e) Müfessirlerden pek çokları, bu surede kullanılan "Ey kafirler" hitabının, Kureyş'ten, Rasulullah'a uzlaşma teklif eden bir kaç kişiye özel olarak geldiğini söylerler. A llah (c.c.) bu kişiler hakkında olmak üzere Rasulullah'a, onların iman etmeyeceklerini bildirmiştir. Bazı müfessirlerin böyle düşünmelerinin iki sebebi vardır. Birincisi, suredeki "İbadet ettiklerinize ibadet etmem" ayetinin Yahudi ve Hristiyanlar için uygun düşmediğini düşünmeleridir. Onlar, Yahudi ve Hristiyanların da A llah'a ibadet ettiklerini söylemişlerdir. İkincisi, ileride görüleceği gibi, "Sizler benim ibadet ettiğime ibadet edenler değilsiniz" buyurulmasının bu sure nazil olduğunda kafir olup daha sonra iman edenler için geçerli olmayacağını belirtmişlerdir. Ancak bu iki görüş de doğru değildir. Bu konudaki açıklamayı ileride yapacak ve bu ayetlerin anlamlarının, onların anladığı gibi olmadığını göstereceğiz. O müfessirlerin yanılgılarını açıklamak için burada sadece, nazil olduğu dönemde geçerli olup sonrakileri muhatap almadı ise bu surenin bu kadar zamandır niçin tilâvet edildiğini ve kıyamete kadar da niçin tilâvet edileceğini sormakla yetiniyoruz.





2. "Ben sizin taptıklarınıza tapmam."

bu ifade, kafirlerin ibadet ettiği ve halen de ibadet etmekte oldukları bütün mabudları şamildir. Onlar; melekler, cinler, nebîler, veliler, ölmüş insanların ruhları, güneş, ay, yıldız, hayvanlar, ağaçlar, nehirler, hayalî tanrılar ve tanrıçalar da olabilir. Burada, Arap müşriklerin Alla h'ı da mabud olarak tanıdıkları itirazı ileri sürülebilir. Ayrıca dünyadaki diğer müşriklerin de en eski dönemlerden bugüne kadar A llah'ın mabud olduğunu inkar etmedikleri de söylenebilir. Bunun yanısıra Ehl-i Kitab'ın da mabudluğu eklenebilir. Bu durumda, hiç istisna yapmadan bütün ilahlara ibadetten beraat etmek nasıl doğru olabilir? Bu ilahlar içinde A llah (c.c.) da yok mudur? Bunun cevabı şudur: İçinde Allah (c.c.) da bulunsa, pek çok tanrıya topluca ibadet etmek, Tevhid'e inanan kişinin beraat etmesi gereken ibadet şeklidir. Çünkü Tevhid'e inanan bir kişi için Allah, mabudlardan bir mabud değil, ancak ve ancak tek mabuddur. İlahlara topluca ibadet etmenin içine Allah'a ibadet de girse bile, bu aslında Allah'a ibadet değildir. Kur'an-ı Kerim'de açıkça Allah'a ibadetin O'nunla birlikte bir başka şeye ibadet etmemek olduğu bildirilmiş ve sadece Allah'a ihlasla yönelmek emredilmiştir: "Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak,

Allah'ı birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri (...) emredilmişti." (Beyyine, 5) Bu konuya Kur'an-ı Kerim'de pek çok yerde değinilerek açıklık getirilmiş ve üzerinde şiddetle durulmuştur. Mesela bkz. Nisa 145, 146, A'raf 29, Zümer 2-3-11-14, Mü'min 14-64-65-66. Aynı konuya Hadis-i Kudsî'de de değinilmiştir. Rasulullah buyurmuştur ki, Allah (c.c.) (c.c) şöyle diyor: "Ben bütün ortakların şirkinden münezzehim. Eğer birisinin amelinde benden başkasına da niyet varsa, ben ondan beriyim. O amel, bana ortak koştuğu şey içindir." (Müsned-i Ahmed, İbni Mace) Aslında Allah'ı iki veya üç ya da pek çok tanrıdan birisi kabul etmek, ibadette O'na başkalarını ortak koşmak küfürdür. Bu şirkten beraat etmek ise, Kafirun suresinin nüzul maksadıdır.




3. "Benim taptıgıma da sizler tapmazsınız."

Buradaki kelime "ma a'budu"dur. Arapça'da "ma" kelimesi genellikle cansız ve akılsız eşya için kullanılır. Canlı ve akıllılar için "men" kullanılır. Onun için burada niçin "men a'budu" değil de "ma a'budu" denildiği sorulabilir. Müfessirler bu soruya dört cevap vermişlerdir. Birincisi, buradaki "ma"nın, "men" manasına olduğudur. İkincisi, "ma"nın "elleri" manasında kullanıldığıdır. Üçüncüsü, iki cümlede de "ma"nın mastar olarak kullanılmış olduğudur. Yani "sizin ibadet ettiğinize ibadet etmem" manasında kullanılmıştır. Bu, müşriklerinki gibi ibadet etmemeyi ifade eder. "Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz" ise, müşriklerin Tevhidî şekilde ibadet yapmadıklarını ifade eder. Dördüncüsü, birinci cümlede "ma ta'budu" buyurulduğudur. Ama "ma'nın kullanılışı iki yerde de aynı değildir. Bunun örnekleri Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerinde bulunmaktadır. Mesela Bakara 194'te şöyle buyurulmuştur: "... Size tecavüz edenlere, size tecavüz ettikleri kadar karşılık verin, aşırı gitmeyin." Yani size yapılan kadarıyla tecavüz, karşılık verin anlamındadır. Burada 'î'teda' (tecavüz) kelimesi, birincide "tecavüz" anlamında, ikincide "karşılık" anlamında kullanılmıştır. Tevbe suresi 67'de şöyle buyurulmuştur: "Onlar Allah'ı unuttular, Allah (c.c.) da onları unuttu." Oysa Allah (c.c.) unutmaz. Öyleyse buradaki maksat, Allah'ın onlara iltifat etmemesidir. Onların unutmasına karşılık olarak Allah (c.c.) için "nisyan" (unutmak) kullanılması, sadece lafzî bir benzerlik olup, anlam tamamen farklıdır.

Bu dört te'vil bir bakımdan doğrudur. O da, Arapça'da bu manaların hepsinin ihtimal dahilinde olmasıdır. Ama, "men a'budu" yerine "ma a'budu" kullanılmasının nedenini bu teviller açıklayamamaktadırlar. Arapça'da bir şahıs için "men" kullanıldığında o kişiye bir şey sorulduğu akla gelir; "ma" kullanıldığı zaman ise o şahsın zâtı değil, sıfatı hakkında soru sorulduğu veya açıklamada bulunulduğu anlaşılır. Bizim bir kişi için "kimdir" diye sorduğumuzda, o şahıs hakkında bilgi almak isteyişimiz gibi. Bir kişi hakkında "nedir?" diye sorulduğunda maksat, o kişinin sıfatını öğrenmektir. Mesela askerse rütbesi nedir, üniversitede ise makamı nedir, asistan mı, doçent mi, profesör mü veya hangi dalda görevlidir, ne gibi bir diploması vardır vs. gibi.

Eğer ayette, "la entum âbidûne men a'bud" denseydi o zaman anlamı, "Benim ibadet ettiğim zâta sizler ibadet etmezsiniz" olurdu. Bu durumda müşrikler, "Biz de Allah'a inanıyor ve Ona ibadet ediyoruz" diyebilirlerdi. Ama "la entum âbidûne ma a'bud", yani, "Benim ibadet ettiğim, belli özellik ve sıfatlara sahip olana sizler ibadet etmezsiniz" dendiği için böyle söyleyemediler. Rasulullah'ın dini, müşriklerin dininden bundan dolayı ayrı bir dindi. Çünkü Rasulullah'ın getirdiği dinin İlah'ı diğer dinlerin inandığı ilahlardan farklı sıfatlara sahipti. Bazılarının dinine göre ilah altı günde dünyayı yarattıktan sonra yedinci gün dinlenmeye ihtiyaç duymuştur. Bu ilah, Rabbu'l Alemin değil, Rabbu'l İsrail'dir. Bu ilahın bir tek ırkla, diğer ırklarla olmayan ilişkisi vardır. O ilah Yakub ile güreşmiş ama yenememiştir. O ilahın Üzeyr isminde bir de oğlu vardır. Bazılarına göre İsa Mesih adında bir tek erkek çocuğun babasıdır. Başkalarının günahına karşılık olarak oğlunu çarmıha göndermiştir. Bazılarının ilahı da aile ve çoluk çocuk sahibidir. Ama oğlu yoktur, o zavallı ilahının bütün çocukları kızdır. Bazılarının ilahı ise insan şeklinde dünyaya gelir ve insan cismi ile bu insanlar arasında yaşar. Bazılarının ilahı da sadece vacibu'l vücudtur. Veya illet-i ûlâdır (first cause). Kainatın düzenine bir kere hareket vermiş ve kenara çekilmiştir ve bu kainat nizamı, belli kanunlara göre kendi kendine yürümektedir. Şimdi ise insanların o ilahla, o ilahın da insanlarla bir ilgisi yoktur. Hasılı, Allah'a inanan kafirler aslında bütün kainatın yaratıcısı, sahibi, idare edeni ve hakimi olan Allah'a inanmamaktadırlar. O Allah (c.c.) ki, bu nizamı sadece yaratmakla kalmamıştır, her an idare etmektedir. Emirleri her an uygulanmaktadır. Her tür noksanlık, zaaf ve yenilgiden münezzehtir. O, her tür benzerlik ve tecsimden beridir. Her tür eş ve emsalden münezzehtir. Ortakdan beridir. O'nun zatında, sıfatlarında, kudretinde ve mabud olmasında ortağı yoktur. O'nun üstünde kimse yoktur. Çocuk edinmekten münezzehtir. Belli bir kavimle özel ilişkisi de yoktur. O, mahlukunun her biriyle, rızıklandırma, rahmet etme, terbiye etme ve koruma nedeniyle yakın ilişkidedir. O, duaları duyar ve dualara cevap verir. Ölüm ve hayat, fayda ve zarar, kısmeti düzenleme ve bozma yalnız ve yalnız O'nun elindedir. O, yarattıklarını sadece rızıklandırmaz, seviyelerine ve ihtiyaçlarına göre yol gösterir. O'nun bizimle ilişkisi sadece, O mabud ve biz de ibadet eden, şeklinde değildir. Aynı zamanda, peygamberler aracılığıyla kitap göndererek emir ve nehiy bildirmesi, bizim de o emir ve nehyin erkânına uymamız şeklindedir. Buna karşılık O da yaptıklarımızın karşılığını verecektir. Yaptıklarımızdan sorumlu tutacaktır. Ölümden sonra bizi dirilterek yaptıklarımızın muhasebesini yapacak, ceza ve mükafaat verecektir. Bu sıfatları taşıyan Mabud'a, Rasulullah ve O'nu takip edenlerden başkası ibadet etmez. Kafirler bir ilaha ibadet etmekte iseler de, aslında gerçek İlah'a, Allah'a ibadet etmemektedirler. İbadet ettikleri ilahlar, kendi icat ettikleri hayal ürünü ilahlardır.





4. "Ben de sizin taptığınıza tapacak dağilim."




5. "Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz."

Müfessirlerden bir gruba göre bu iki cümle, önceki iki cümlenin tekrarıdır. Bu tekrardan maksat, önceki söyleneni güçlendirmek ve teyid etmektir. Pek çok müfessir de bunu tekrar olarak kabul etmez ve iki cümlenin aynı anlamı taşımadığını söyler. Bize göre de bu cümleler önceki iki cümlenin tekrarı değildir. Burada yalnız "Benim ibadet ettiğime sizler ibadet edenlerden değilsiniz" cümlesi tekrardır. Bu tekrar, önceki cümle ile aynı anlamda tekrar değildir. Bu cümleleri tekrar kabul etmeyen müfessirler, bu iki cümlenin anlamlarında ihtilaf etmişlerdir. Onların görüşlerinin hepsini burada sıralamak mümkün değildir. Çünkü bu konudaki münakaşa çok uzundur. En doğru bulduğumuz görüşü aşağıya alıyoruz.

Bu cümlede "Sizin ibadet ettiklerinize ibadet edenlerden değilim." ifadesi, ikinci ayetin anlamından tamamen farklıdır. İkinci ayetteki, "Sizin ibadet ettiklerinize ben ibadet etmem" ifadesi ile önceki ifade arasında büyük fark vardır. Birincisi, "Ben falan işi yapmam veya yapmayacağım" şeklindedir. Yani burada şiddetli inkar vardır. Ama bundan daha şiddetli inkar, "Ben falan işi yapanlardan değilim." cümlesindedir. Çünkü bunun anlamı, o işin çok kötü olmasından dolayı onu işlemek bir yana, onu düşünmenin bile mümkün olamayacağıdır. İkincisi, "ibadet ediyorsunuz" ifadesinin kapsamı, kafirlerin ibadet etmekte oldukları mabudlaradır. Bunun tersine, "ibadet ettikleriniz" ifadesinin kapsamı, ataları da dahil olmak üzere kafirlerin mabudlarının zaman zaman eksildiği ve arttığı bir gerçektir. Kâfirler değişik zamanlarda çeşitli mabudlara tapmışlardır. Bütün kafirlerin mabudları her zaman ve her yerde aynı olmamıştır. Onun için ayetin anlamı, "Yalnız bugünkü mabudlarınızdan değil, atalarınızın mabudlarından da beriyim. Bu mabudlara ibadet etmek aklımdan bile geçmez" olur. İkinci cümle, beşinci ve üçüncü ayetlerdekilerle aynı kelimeleri taşımasına rağmen, suredeki yeri nedeniyle değişik anlam taşımaktadır. Üçüncü ayet, "Sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum." cümlesinden sonra gelmiştir.

Onun için anlamı, "benim ibadet ettiğim vasıflardaki tek İlah'a sizler ibadet edenlerden değilsiniz." cümlesinden sonra gelmektedir. Onun için anlamı, "Ve siz de benim ibadet ettiğim tek İlah'a ibadet edenlere benzemiyorsunuz." olur. Diğer ifadeyle, "Benim için sizin ve atalarınızın taptığı tanrılara tapmak mümkün değildir. Sizin de pek çok tanrıya ibadeti terkederek bir tek İlah'a ibadet etmeye karşı inadınız vardır. Onun için, tek ilah'a ibadet etmeniz ümit edilmiyor."




6. "Sizin dininiz size, benim dinim banadır."

Yani benim dinim ayrı, sizin dininiz ayrıdır. Ben sizin mabudlarınıza tapanlardan değilim, siz de benim taptığım ilah'a tapmıyorsunuz. Ben sizin mabudlarınıza ibadet edemem. Siz de benim mabuduma ibadet için hazır değilsiniz. Onun için benim yolum ve sizin yolunuz hiç bir zaman birleşmez. Bu ifade, kafirlere hoş görünmek için değil, gittikleri yolda devam ettikleri sürece onlardan kesinlikle beraat ve ilişki kesmeyi ilan etmek içindir. Aynı zamanda kafirlerin, din konusunda Allah'ın Rasulü ve O'na iman edenler ile hiçbir zaman uzlaşmayacağını belirtmeyi ve bu konuda ümitlerini kesmelerini de kapsamaktadır. Bu beraat ilanı, bu sureden sonra nazil olan Mekki surelerde peşpeşe tekrarlanmıştır. Yunus suresi 41. ayette şöyle buyurulmuştur: "...benim yaptığım bana, sizin yaptığınız size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım" Aynı surenin 104. ayetinde şöyle buyurulmuştur: "De ki ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz, ben sizin Allah'tan başka taptıklarnıza tapmam. Sizi öldürecek olan Allah'a taparım. Bana mü'minlerden olmam emredilmiştir." Şuara suresi 216. ayette ise şöyle buyurulmuştur: "Şayet sana, karşı gelirlerse, ben sizin yaptıklarınızdan uzağım de." Sebe suresinde 25 ve 26. ayetlerde de şöyle buyurulmuştur: "Bizim işlediğimiz suçtan siz sorulacak değilsiniz, biz de sizin işlediğinizden sorulacak değiliz. De ki, Rabbimiz hepimizi biraraya toplayacak sonra aramızda hak ile hükmedecektir. En adil hüküm veren, bilen O'dur." Zümer suresi 39 ve 40. ayetlerde şöyle buyurulmuştur: De ki ey kavmim, durumunuza göre çalışın, ben de çalışıyorum. Yakında bileceksiniz, kendisini rezil edecek azab kime geliyor ve sürekli azab kimin üzerine konuyor?" Aynı ders Medine'de bütün müslümanlara şöyle verilmiştir: "İbrahim'de ve O'nunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misal var. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir..." (Mümtehine:4) Kur'an-ı Kerim'in bu peşpeşe açıklamaları ve 'lekum dinukum veliyedin' ifadesinin anlamı, "siz kendi dininize devam edin, ben de kendi dinime devam edeyim" değildir. Aslında maksat Zümer suresi 14. ayetde buyurulduğu gibidir: "De ki, ben dinimi yalnız Allah'a halis kılarak O'na kulluk ediyorum."

İmam Ebu Hanife ve İmam Şafii, bu ayetten (Kafirun,3), kafirlerin kendi aralarındaki dinleri ne kadar farklı olursa olsun onların topluca bir millet olduklarını istidlal etmişler ve Yahudi'nin Hristiyan'a, Hristiyan'ın da Yahudi'ye veya bir kafirin, başka dinden bir kafire mirasçı olabileceklerini söylemişlerdir. Veraset; nikâh, neseb veya başka bir ilişki dolayısıyla olabilir. Bunun tersine İmam Malik, Evzaî ve Ahmed, bir dinin inananlarının, diğer dinin inananlarına varis olamayacağını söylerler. Onlar şu hadisi bu görüşe delil gösterirler: İbn Ömer b. As'tan rivayet edilmiştir ki, Resulullah: "iki değişik millet (din) birbirine varis olamaz" buyurmuştur. (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, İbn Mace, Darekutnî) Bunun benzeri bir hadisi Tirmizî Cabir'den, İbn Hibban İbn Ömer'den, Bezzar Ebu Hureyre'den nakletmişlerdir. Bu mesele üzerinde ayrıntılı olarak söz eden meşhur Hanefî fakihi Şemsü'l Eimme Serahsî şöyle der: "Müslümanların birbirlerine varis olmaları gibi, kâfirler de birbirlerine varis olurlar. Onların arasındaki bazı veraset şekilleri müslümanlar arasında yoktur... Hakikat, Allah'ın iki din üzerinde karar kıldığıdır. Biri hak din, diğeri batıl dindir. Bundan dolayı Allah (c.c.) -lekum dinukum veliyedin- buyurdu.. O'nun indinde iki fırka vardır. Bir fırka cennet ehlidir, onlar mü'minlerdir. İkinci fırka cehennem ehlidir, onların hepsi de kafirlerdir. Allah, bu iki grubu birbirine muhalif kılmış ve şöyle buyurmuştur: "İşte şunlar, Rabb'leri hakkında çekişen iki hasım taraf, inkar edenler için ateşten giysi biçildi, başlarının üstünden de kaynar su dökülüyor." (Hac, 19). Yani bir fırka topluca bütün kafirlerdir. Onlar iman edenler ile çekişme halindedirler... Biz onları itikadlarına göre ayrı ayrı millet olarak kabul edemeyiz. Onlar Müslümanlar karşısında tek millettirler. Çünkü Müslümanlar Hz. Muhammed'e (s.a.) ve Kur'an'a inanmakta, onlar ise bunları inkar etmektedirler. Onun için onlar kafir olarak tanımlanmış ve Müslümanlar karşısında tek millet oldukları belirtilmiştir... (İki ayrı millet birbirine varis olamaz) hadisi, zikrettiğimiz gibi bu iki milletin birbirine varis olamayacağını hükme bağlar. Yani Müslüman kâfire, kâfir de Müslümana varis olamaz. (el-Mebsut c.3, s.30'dan, 32'ye) İmam Serahsî'nin burada verdiği hadis, Buharî, Müslim, Neseî, Ahmed, Tirmizî, İbn Mace ve Ebu Davud'da Usame b. Zeyd'den rivayet edilmiştir.

-tefsir kısımları "tefhimül kuran"dan alınmıştır-
Sayfa başına dön
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz